Levent Vadisi ve Tarihi



 Doğu Anadolu Bölgesinde Malatya ilinin Akçadağ ilçesi sınırları içerisinde yer alır. Toplam uzunluğu yirmi sekiz kilometre olan Vadi, Yalınkaya(Peygunid-Penit) köyü mevkiinden Akçadağ ilçesine sekiz, Malatya şehir merkezine yaklaşık kırk kilometre mesafededir.Hava limanına yakın bulunan saha, Malatya-Ankara karayoluna sadece iki kilometre uzaklıktadır.Levent Vadisi, oluşumu ve içinde barındırdığı çok sayıda jeositle, kültürel yapısı ve geleneksel mimariyi koruyan köy evleriyle jeopark olma özelliğine sahip Türkiye'nin ender güzellikteki yerlerinden biridir.Vadi'yi karakterize eden ana unsurlar, yatay yapı ve yatay yapıya bağlı gelişen şekillerdir. Bununla birlikte yaklaşık üç yüz elli kilometrekarelik bir alanda jeolojik olaylar sonucunda oluşmuş birbirinden farklı büyüklükte mağaralar, mikro-makro karstik şekiller, volkanik birimler, fosil mezarlıklar geniş yer tutar. İklim ve hidrografik şartlar nedeniyle geven, sığır kuyruğu, kekik, meşe toplulukları yaygın olarak bulunur. Vadi'nin ana akarsuları Hasan Ağa Deresi ve Dipsiz Çay'dır.(1)

 Vadi'deki yerleşim birimleri, 1560'ta Malatya Sancağı'nda, idarî yapıda nahiye olan Kederbeyt'e  bağlıdır. Bugünkü Akçadağ, Hekimhan, Darende ve Doğanşehir ilçeleri sınırları içinde bulunan 42 köy ve bunlara bağlı 48 mezra, adı geçen nahiyeye bağlıdır. Nahiyenin merkez köyü Kal'a-i Kederbeyt'tir. Nahiyenin yeri tam olarak bilinmemektedir. Kimilerine göre Kötükale yakınlarında, kimilerine göre de Küçükkürne-Büyükköy arasında bir yerdedir. 






KEDERBEYT NAHİYESİ KÖYLERİ:

Tapgüni(Tapkin)

Üç Kilise:(Darende-Yenice yakınında bir köy)

Bahri(Çatyol)

Mengü(Menkük)

Hartut

Abbasi

Zerata Öyügü(İkinciler)

Fecennik(Mihmanlı)

Bimare

Murtadi

Zaviye-Zeyve(Aksaray)

Çemeş(Çimiş)

İdelme(Keller)

Samahar-ı Ülya ve Süfla(Aşağı ve Yukarı Samah)

Bağ Özi

Kadı İbrahim

Arka-Arga(Akçadağ)

Beksembre(Beksembere)

Eğin-i Atik(Eski Eğin)

Sultan Hanı(Yağmurlu)

Ilıcak

Kal'a-i Kederbeyt(Kederbeyt Nahiyesi merkezi)

Öriçgi(Örükçü)

Keremusi(Keremis)

Şeyhler

Peygunid(Penit)

Meri(Medik)

Egin-i Cedid(Yeni Eğin)

Zeliha

Manuc

Ebreng

Kaya Pınarı

Ali Kayası

İncecik

Çınar

Tavek(Tevük)

Kara Mağara

Ulu Viran

Keşadi-Zekerya(Zekerhacı)

Ancar

Kürne

Kellik(Keller)

 MEZRALAR:

Boçüçak

Kuyucak

Darucı

Arazil

Kutan Gölü

Azunca

Meşuge

Bozca Manend

Kuruca Göl

Diğer İğdelüce

Şah Emir

Dalay Basan

Sulu İn

Ebzelgi

Aşurni

Menteş Korısı

Hoşnam

Horvar

Alaca

Salay Basan

Ağce Han

Kadın Yenge

İnce Su

Kürecik

İğdelüce

Arvarni

Mezra-i Mezra

Ördeklüce

Enzel

Hedhed

Merçe

Haças

Katrazi

Dede Fengi

İlice

Şemgun

Hamır Kesen

Turgelmiş

Kışla

İğdelü

Seksen Viran

Kozluca

Kesre

Fahtare-Mihtare

Timurtaş

Kara Han

Yaşlı Kilise

Maden ül Hadid (2)

17. ve 18. yüzyıllarda gerek isyanlar, gerekse de Osmanlının iskan politikası nedeniyle Vadi'ye gelip yerleşenler, ikinci adı "uşağı" ya da "oğlu" olan oymaklar oluşturur. Polat Uşağı, Tatar Uşağı, Kasım Uşağı, Kubat Uşağı, Harun Uşağı... Velioğlu, Senemoğlu, Leventoğlu, Asafoğlu...vb. Araştırmacı yazar Ali Rıza Özdemir, "16.yüzyıl Osmanlı kaynaklarında ikinci adı "uşağı" ya da "oğlu" olan aşiretlerin bulunmadığını, bu nedenle  bu aşiretlerin kethüdalıklara ayrılan Türkmen aşiretlerinin devamı olduğunu ileri sürer. O'na göre özellikle adlarını kişi adlarından alan aşiretler, perakende edilen Türkmen aşiretleri olmalıdır. Örneğin Abbas Uşağı, Abbas adlı bir kethüdanın; Ferhat Uşağı, Ferhat adlı bir kethüdanın; Gülabi Uşağı, Gülabi adlı bir kethüdanın; Maksut Uşağı, Maksut adlı bir kethüdanın himayesinde olan Türkmen aşiretlerini işaret eder." (3)

Vadi'nin adını aldığı Levent köyü, 1700 yıllarının başlarında kurulmuştur. Köyün kurucusu, rivayete göre 1716'da lağvedilen Kara Leventlerine mensuptur. -Kara sınıfı leventleri, Levend-i Türki  diye adlandırılırdı. Türk leventleri tımarlı olup, sahil memleketlerindeki Türklerden alınırdı. Leventler, vezir ve beylerbeyinin maiyetinde süvari görevi yapan kara sınıfı askerlerdi. Bunlara kapılı levent de denirdi. Leventlerin mensup oldukları vezir ve beylerbeyi azledilince bunlar bir yere kapılanıncaya kadar başıboş bir halde dolaştıkları için, bunlara "kapısız levent" denirdi. Kapısız leventlerin zamanla çoğalmasıyla bu teşkilat bozuldu. 1719'da fetva çıkarılarak kara leventlerinin lağvedilmesi kararlaştırıldıysa da İran savaşları sebebiyle bir sonuç alınamadı. Nihayet 1776'da çıkarılan bir fermanla leventlik tamamen ortadan kalktı. Yakalandıklarında öldürülme fermanı çıkarılan leventler, Anadolu'nun çeşitli yerlerine dağılırlar- Askerlerden biri de Vadi'ye gelerek yerleşir. Zamanla nüfuz alanı genişler ve kendi adıyla anılan köy oluşur. 













Levent stratejik konumu nedeniyle 1846'da ilçe olarak teşkilatlandırılır. Bölgedeki asayiş olayları çözümlendikten sonra ilçe merkezinin Arga'ya nakli için girişimler başlar. Levent halkı, 1891'de Leventoğlu Ali Ağa'nın öncülüğünde , ilçe merkezinin Levent'te kalmasının yöreye ve devlete sağlayacağı yararları belirten bir dilekçeyle vilayet makamına başvurur. Valilik, "...İlçenin Arga'ya nakledilecek olduğundan ve bu muamele varidat-ı devletin zayiatı vesair gune yolsuzluğa mucip olacağından merkez hükümetin Levent karyesinde ikbası istidasını merkez karye ahalisinin varid olan mahsurun takdimine...... emr u ferman hazret-i veliyyü'l emirindir."diyerek dilekçeyi merkezi hükümete iletir. İstek red edilir ve ilçenin Arga köyüne nakline karar verilir. (4)

Hicri 1325 tarihli Ma'muratu'l Aziz salnamesinde bu bilgi şöyle yer alır: "Bu kazanın merkezi eskiden Levent köyü iken 25 sene evvel Arga köyüne nakledilmiştir." (5


Osmanlı İdarî Yapısında Levent:

1846-1850 yılları arasında Levendoğlu adıyla Harput eyaletine bağlı bir ilçedir.

1850-1867 yıllarında Levendoğlu ismiyle nahiyedir, Harput'a bağlıdır.

1868-1869'da Levendoğlu nahiyesidir, Mamuratulaziz'e bağlıdır.

1870-1884 Levent ismiyle nahiyedir, Diyarbakır eyaletine bağlıdır.

1885-1923 Levent ismiyle nahiyedir, Mamuratulaziz'e bağlıdır.

1924'te Levent nahiyesidir, Malatya'ya bağlıdır. (6)

Vadiye damga vuran olaylar:

1700 ile 1800 yılları arası bölge tam bir çatışma alanına döner. Bu kavgalar, yerleşik halkla konar-göçerler arasında olduğu gibi konar göçerleri kontrol etmek ve eşkiyalık yapanları yakalamak için uğraşan devlet güçleri arasında da olmuştur.

Bu tarihler arasında Levent ve civarını etkileyen iki önemli isyan yaşanır. Bunların ilki Asafoğlu, ikincisi ise Köse Mustafa Paşa Oğlu Veli Paşa isyanıdır.

Konuyla ilgili sözü, tarihçi Necdet Sakaoğlu'na bırakalım: "Divriği'nin yaklaşık 200 km. güneyinde, Malatya-Elbistan ovaları arasında kalan bir karartı vardır. Tohma'nın ve Sultansuyu'nun kucakladığı bu dağlık yöre, daha güneydeki Nurhak Dağı'nın uzantısıdır. Kimi yerde ak, kimi yerde bozarık kaya katmanlarının haşin uçurumlarıyla örülü bu kayalığa Akçadağ denir. Burada ulaşılmaz tepeler, kale gibi doruklar vardır. Bu doğal kaleler, Anadolu uygarlığının her çağında kullanılmış inler, mağaralar insan eliyle biçimlenmiştir. Bu doğal kaleler, şimdiki Akçadağ merkezi(Arga) ile Levent bucağı arasında yer alır.



18. yüzyıl başlarında, bu sarp araziyi vatan edinerek aşiretlerinden kopan dağlılar, yarı çete yarı göçebe ruhuyla burada bir topluluk oluşturdular. Osmanlının 'Akçadağlı' dediği bunlardı. Şeyhuşağı, Polatuşağı, Kurtuşağı, Bilâmuşağı, Tataruşağı, Kubatuşağı, Kalikuşağı, Kadiruşağı, Kelikuşağı, Kasımuşağı... gibi adlar taşıyan küçük oymaklar, birer boybeyinin buyruğu altındaydılar. Akçadağlılara yandaşlık eden aynı bölgede yaşayan Rişvan kopuntusu başka oymaklar da vardı: Şamanlı, Kürne, Kürecik, Keruşağı, Leventoğlu... gibi. Her ilkbahar, Urfa-Adıyaman yörelerinden harekete geçen Rişvan aşiretlerinden Mandalu, Hamullu, Çelgânlu, Rumyanlu, Türkânlu oymakları da Akçadağ'a gelip yaylamak isterler, yerleşiklerle aralarında korkunç çatışmalar tekrarlanırdı.

Akçadağlılar, en az yarım yüzyıldır devlete kızgın ve kırgındılar. 1760'larda Boybeyleri Asafoğlu Haydar'ın, ırz ve kan davası güderek açtığı isyan bayrağına, devlet acımasızca yürümüş, yüzlerce insanın kanı akmıştı. Daha sonra Akçadağlılar, Kömür yükümlüsü olarak Keban'a bağlandılar. Bu, onlara çok ağır geldi. Yeni başkaldırmalar, daha ezici tepelemeleri davet etti...

Akçadağlıların ekecek fazla arazileri yoktu. Aşağıdaki verimli ovalar, Rişvanzade derebeylerine bırakılmıştı. Üstelik bu derebeyleri, 'Rişvan voyvodalığı' imtiyazıyla kendilerinden çeşitli vergiler de almaktaydılar. Bütün bu olumsuzluklar, Akçadağlıları isyan ateşiyle sardı. Canından bezgin disiplinsiz yığınlar, bağlılıktan bütün bütün çıktılar. Ozan'ın ağzından:

'Akçadağdır bizim kuh-i Kaf'ımız

Hünkâr da edemez asla lafımız

Halep Bezirgânı çeker havfımız

İner bac alırız gürân önünde...' dediler, dağa sığındılar, indiler kervanların önünü kestiler, haraç aldılar.
-İşte böyle bir zamanda bir dönem Sivas, Rakka-Diyarbakır valilikleri görevlerinde bulunan Veli Paşa, ikinci kez atandığı Rakka valiliği görevine gitmekte ayak direyince azledilir, hakkında yakalama kararı çıkarılır. Veli Paşa, devletin elinin uzanamayacağını sandığı Levent Vadisi'ne sığınır.(miladî 1813)-

Zemheri ortasında Divriği'den firar eden Veli Paşa geldi ve sultan fermanlarının geçersiz sayıldığı Akçadağ'a kondu. Tanrı Akçadağlılara, başını devletin istediği bir veziri, baş olarak gönderdi!

Aşiret atlıları ve boybeyleri ile gelen Veli Paşanın nasıl iskân ettiği, nerede üslendiği bilinmemektedir. Belgeler 'Akçadağ ekradı içine' gittiğini yazar. O sıralarda bir köy olarak yeni teşekkül etmiş bulunan Arga'nın kuzeybatısındaki doğal kaleyi tercih etmeyerek Malatya'ya daha uzakta kalan savunma ve barınma açısından daha elverişli olan Penit kalesine yerleştiği sanılmaktadır. Çünkü burası, değme kalelerin boy ölçüşemeyeceği sarplıkta, büyük mağaraları, sarnıçları olan gerçek bir savunma noktasıydı.

Veli, herşeyini terketme pahasına güvenliğini sağlamış gözüküyordu. Kolay tırmanılamayacak kayaların üstündeydi. Gerektiğinde, etek etek taş getirip aşağıya yağdıracak yürekli kadınların, gözüpek ve savaşçı erkeklerin arasındaydı. Boybeyleri, aşiret halkı, öbek öbek gelip bu Osmanlı vezirinin, Beydili soylusunun elini öptüler..

Veli Paşa, serüvene sürüklediği yakın adamlarından birçoğunu, özellikle işbilir kethüdalarını, hayta, deli ve tüfekçi başlarını Akçadağ'ın çevresindeki geçitlere, hanlara, köylere yerleştirdi. Böylece hem ileri karakollarını kurdu hem de yanındaki insan kalabalığını dağıtarak iaşe ve barınma yükünü hafifletti.

Veli Paşa isyanı, bölgede, 1228(1813) yılının en önemli olayıdır. Firarın gerçekleştiği muharrem(ocak) sonundan itibaren, Veli için bir tükeniş, devlet için bir bekleyiş başlamıştır. Ayağını yerden kesip dağa çıkan Veli'nin, savunmaktan başka yapabileceği kalmamıştır. Bir bozkır adasında kendi tutsaklığını hazırlayan asi, mantık hesabı yapmama sonucu, aynı tuzağa saf aşiret halkını da düşürdü. Daha işin başında yüzlerce insan açlığa sürüklendi. Göçebelerin kinlerini ve yiğitliklerini koz edindi fakat erzak ve mühimmat takviyesi almaksızın ne kadar dayanabileceğini düşünemedi. Normal zamanlarda bile çoğu kez açlıkla yüzyüze gelen Akçadağlılar, gerçi ilk günlerde kendi yoksul dünyalarına sığınan Paşa'ya olanca varlıklarıyla teslim olmuşlardı ama, çok geçmeden açlık ve kırım korkusu Veli heyülasını bastıracaktır. Obur hayvanları ve iştahlı adamlarıyla aşiret lokmasına ortak olan Veli'nin zulmü, Akçadağlıların Osmanlı'ya duyduğu kini, kısa zamanda kendisine yöneltmeye yeterli olacaktır.

Pehlivan Paşa, Akçadağ'a yürümezden önce, Veli'ye omuz veren aşiretleri caydırmak veya nüfuzlu kişilerini etkisiz hale getirmek için girişimlerde bulundu. Oymaklardan birçoğunu korkutarak boybeylerinden ve ileri gelenlerinden epeycesini yanına getirtti. Bunların bir kısmını tutuklattı. İsyan çalkantısının hırsını, daha harekete geçmeden kırdı. Haziranda yazdığı raporda 'Veli Paşa'nın bir bölük Kürdün içinde kalmış olduğunu, ayrıca yanına gelen iki oğlunu hapsettirdiğini, kalabalık kapı halkı ile Akçadağ'a yürüyeceğini, Madenler Emini ile haberleştiğini, vs.' bildiriyordu. Hükümet kendisinden bir kez daha 'halka zarar vermeden, Veli Paşa'yı idam etmesini istedi.'

Akçadağ'daki duruma gelince: Kışı dondurucu soğuk altında geçiren Veli ve Akçadağlılar, bahara ve yaza daha güç şartlarla girdiler. Kayadan aşağıya inemiyorlardı. Bu, Akçadağlılarla Veli Paşa'nın arasını bozmaya yetti. Pehlivan Paşa'nın, bazı ekrat beylerini yanına getirtmesi, çoğundan bağlılık andı alması, buna yanaşmayanları tutuklatması, aşiret içinde tepkilere yol açtı. Cesaret kırıldı, dostluk sarsıldı. Halk, gidenin dönmediği Sivas'a değil, buna sebep olan Veli'ye kızdı. Veli ise Pehlivan Paşa'ya ilticaları ihanet saydı. Onları dönmeye zorlamak için, Akçadağ'daki yakınlarına zulme başladı. Bir aşiret beyinin oğlunu astırdı. Öfke, zulüm ve vehim, O'nda sonuncu kez kabarıyordu. Halkın 'marta'(yiğit) dediği tüm gençleri, doğal kalenin çevresindeki uçurum başlarına yerleştirdi. Bunlar, yarı aç yarı susuz, günleri geceleri inanılmaz bir dirençle geçirdiler ve sonu hüsran olan bir amaca kölelik ettiler. Dayak, hapis, hatta ırza tecavüz eksilmedi, arttı. Ancak bütün bunlara rağmen, verilen söz uğruna, bu azılı Osmanlı asisine son ana dek ses çıkarılmadı.

Veli Paşa belki bir kez daha kaçmayı tasarladı. Fakat istihbaratı, bunun bir intihar olacağını ortaya koydu. Dört yanı tutulmuştu. Ne tek, ne kalabalık kaçabilmesi mümkün değildi.

Baba Paşa'nın disiplinli kuvvetine karşılık Veli Paşa'nın donatımdan yoksun, bitik çeteleri vardı. Veli'ye, savaş kurallarını bilen subaylar yerine Kasımoğlu Alov, Çekov, Ferhat,Toska, Deli Emin... gibi aşiret sergerdeleri omuz verecek; savunmayı kılıçlı, sapanlı, pek azında delikdemir bulunan aşiret yiğitleri yapacaktı. Vali, çevre yöneticilerine buyrultular göndererek Veli Paşa'nın üstüne gittiğini, süvari ve piyade bölükler tertipleyip ordugâha göndermelerini istemişti. Darende, gelen askerlerle doluydu. Yalnızca Siverek Naibi, istenen 200 askerin, eşkiya korkusu ve yoksulluk sebebiyle gönderilemeyeceğini bildirmişti. Pehlivan Paşa, Uzunyayla üzerinden Gürün'e, oradan Darende'ye indi. Eşkiya peşinden gitmekten yorulmayan bu namlı vezir, güneye inerken yalnızca Veli'yi hedef almamıştı. O çevrede yuvalanan öteki azılıları da tepeleyecekti.

Ordu'nun Darende'ye ulaştığını öğrenen Veli Paşa, en gözüpek silahşörlerini Akçadağ girişindeki Kurt Lapa boğazına yığdı. Bunlar Şamanlı, Kürne, Kürecik, Keruşağı, Leventoğlu oymaklarının yiğitleri ile Akçadağ halkından savaşçılardı. Dağdaki tüm halk, uçurumlara taşlar yığdı. 'Ustun' denilen çadır direklerini, boğaz boğaza bir savaş için hazırladılar. Fakat daha dört yıl önce binlerce Rus askerine karşı bir avuç Türkle savaş veren Tatariçe kahramanı Baba Paşa'nın, üç beş yüz kişilik gerilla ve çapulcu ile baş edememesinin ancak bir mucize olacabileceğini kimse bilmiyordu. Bu nedenle Kurt Lapa boğazındaki kısa süreli müsademede 'oymaklar birliği' 200 ölü bırakarak yenilgiye uğradı. Açılan yol, Baba Paşa'nın kolayca Akçadağ'a girmesini sağladı ve hemen kuşatmaya geçildi. Kendi yurtlarında, kendi dağlarında asılı kalan Akçadağlılar için sonu belirsiz bir felaket başlıyordu. Kurt Lapa'da ölenlerin ya da esir düştükten sonra idam edilenlerin kesik başları, katırlara yüklenip dağa gönderildi. Veli Paşa'yı teslim etmezlerse akıbetlerinin aynı olacağı kaledekilere anlatılmaya çalışıldı. Ramazan ortalarındaki bu gelişme üzerine, özellikle aşiret kadınları arasında daha sert bir tepki uyandı. Uğruna kocalarını, kardeşlerini, oğullarını feda ettikleri asiye besledikleri kin, dindirilmesi imkânsız bir intikam duygusuna dönüştü. Kuşatmanın daha ilk ya da ikinci günün gecesinde 'gon' denen bir aşiret çadırında boybeylerinden habersiz toplanan kadınlar, korkunç bir karar aldılar ve hemen uygulamaya geçtiler. Barok hotuzlu bir kadınlar kalabalığı, ellerindeki çadır direkleriyle Veli'nin çadırına yürüdüler. Bir anda içeri daldılar.. Uykudaki zorbanın toparlanmasına, hatta uyanmasına fırsat tanımayan bir hırsla ve çabuklukla, başına bedenine öldürücü değnek darbeleri yağdırdılar. Korkunun tutsağı Veli Paşa, ölüm korkusunu tadamadan, birkaç saniye içinde yerdeki keçenin üzerine yığılıp kaldı. O, hiçbir Osmanlı paşasına kısmet olmayan bir infaz yöntemiyle yirmi yıllık cürümlerinin cezasını çekmiş oldu.

Akçadağ'ın çatal yürekli kadınları, o ramazan gecesi Veli Paşa'yı kan, yara bere kırık külçesi haline getirmekle ne elde ettiler, neyi yitirdiler? Osmanlılığa beslenen yüzyıllık kin, asi Paşa'ya indirilen darbelerle bir bakıma yatıştı. Basit yaşayışlarını uğursuz bir kurt gibi dalayan, dokuz aydır tüm varlıklarını kemiren zalim Veli yok edildi. Ölenlerin demi diyeti alındı. Boybeylerinin, aşiret geleneklerini çiğneyerek Veli'yi teslim etme zorunda kalmaları önlendi. Ertesi gün, Pehlivan Paşa ile anlaşabilmeleri için, en önemli ödün, cansız ve zararsız hazırlanmış oldu. Ama, kurtulabilmelerinin belki de tek şartı olan 'Veli'yi sağ teslim etme' fırsatı da yitirilmişti.

Güz soğuğunun serin serin estiği o gece, Veli Paşa'nın defteri dürülünce uğultular birden kabardı. Aşiret ve Veli'nin yoldaşları, olayı beş-on dakikada öğrendiler. Kürtçe, Türkçe ithamlar aldı yürüdü. Ertesi sabah, toplar dağı döverken, askerler de kayalara tırmanmağa başladılar. savunmanın anlamsızlığını kavrayan Kasımoğlu Ali Bey ve birkaç ileri gelen, Baba paşa'nın huzuruna gittiler. Pişmanlık belirtip Veli'nin başını getireceklerini söylediler. Paşa, 'sağ isterim, yoksa dağınızı pamuk gibi atarım!' deyince berikiler ne cevap vereceklerini şaşırdılar. Kasımoğlu, 'Veli teslim olmaya yanaşmaz, yanında adamları var, bizim gücümüz diri getirmeye yetmez. Ancak, geleneğimizi çiğneyip gafilane öldürebiliriz' dedi. Vali, siz getirmezseniz ben çıkar alırım diye gürledi ve gelenleri tutuklattı. Baba'nın askerleri, başsız buğsuz, aç susuz dağ ehlinin direnişini kırmakta güçlük çekmedi. Öldürülenler, kayalardan aşağıya fırlatıldı; yakalananlar Arga'daki karargâhta cellada teslim edildi. Ne boybeyi kaldı ne yiğit... Resmi belgeye göre 117 kişi de Darende kalesine gönderildi. Yarasını, belki bir elli yılın saramayacağı bir tenkil tamamlanmış oluyordu. Dağları vatan tutan Akçadağlıların büyük çoğunluğu, yaşlılar , dullar ve yetimlerdi artık.. Yıllarca yamaçları, ağıtlar, ağlayışlar, kargışlar çınlatacaktı..." (7)

Levent ve yöresini etkiliyen ikinci derecedeki bir olay da Kürne boybeyi Velioğlu Alhas Ağa'nın  öldürülmesi vakıasıdır. Bu olay, Levent karakolundaki bir arşiv belgesinde şöyle anlatılır: "Velioğlu Alhas Ağa, devlet-aşiret ilişkilerine katkıda bulunması amacıyla Kürne Boybeyi olarak görevlendirilir ve kendisine Buzluk(Ansır)'ta bir konak tahsis edilir. Alhas Ağa'nın sorumlu olduğu bölge; Kürecik ve Levent dışındaki Yazıhan'ın Kürne köyleri, Kurşunlu ve Hekimhan'ın bir kısım köyleriydi. Ağa, buna rağmen vergi nüfuz alanını Levent'e kadar uzatır. Ekonomik olarak fakr u zaruret içinde bulunan bölge halkı, bu emrivakiyi kabullenemez. Leventoğlu kardeşlerden Leventoğlu Hasan, Alhas Ağa'yı Ansır'ın Çayırlık mevkiinde çadır içinde vurarak öldürür. Bilahare Leventoğlu kardeşler, Vadi'deki dağlara sığınır. Devlet güçleri ve bu güçlerin yerli iz sürücüleri, kardeşleri takibe alır. Zaman zaman sıcak temas sağlanır; bu anlarda kardeşler, iz sürücülerini hedef alır, devletin kolluk kuvvetlerine zarar vermeden onları etkisiz hale getirir. Devlet güçleri, son çare olarak Leventoğlu kardeşleri teslime zorlamak için ekinlerini yakar, hayvanlarına el koyar; kısacası açlığa mahkum eder. Yaklaşık altı ay süren bu kovalamaca, kardeşlerin teslim olmalarıyla sonuçlanır. Harput eyaleti hapishanelerinde yedi yıl tutuklu kalan kardeşler, bu sürenin sonunda serbest kalırlar.

Belgenin devamında Harunuşaklılarla Leventliler arasında muharebe derecesinde çatışmalar olduğu yer alır. Bu kavgalar sonucunda, Levent halkının bir bölümü göç ederek Adıyaman ili Gölbaşı ilçesi Nasırlı(Aşağı Nasırlı) köyüne yerleşir.

Belgenin bir bölümünde de Leventlilerle Sakalıuzun köylüleri arasındaki arazi anlaşmazlıkları anlatılır. Bu anlaşmazlıklar çatışmaya döner, her iki taraftan onlarca insan ölür. Bu olay sonucunda kavgaya katılan aileler göç etmek zorunda kalır. Levent'ten ayrılanlar, Kurşunlu Gelengeç ve Kürcan'a; Sakalıuzundan ayrılanlar Kızılmağaraya yerleşirler. (8)

Bölgede Islahat Çalışmaları:

Tarihçi Necdet Sakaoğlu'nun "dağlılar, dağ ehli, yarı çete yarı göçebe ruhlu insanlar, Akçadağ ekradı(Akçadağ Kürtleri) dediği bu insanların kimlikleri neydi?  Araştırmacı yazar M. Şerif Fırat, "Şah İsmail, İran, Horasan ve bütün Türkistan'ı ve Doğu illerindeki Alevi Türkleri birleştirip Caferî mezhebine, şiilik ve eski Türk akidesine dayanan büyük bir hükümet kurmak istiyor, Arapların Türklük üzerinde manevî baskısını ve diğer dört mezhebi kaldırmağa uğraşıyordu. Yavuz Sultan Selim ise, ehli sünnet ve bu mezhepler üzerinde kurulan şeriat yolunda bütün müslümanları birleştirip onların başı ve halife olmak istiyordu. İşte bu kasıtla her iki taraftan çekilen kılıçlar, İç Anadolu ve en çok Doğu illerindeki Alevi ve Bektaşilere saplanmış bulunuyordu. Bu zavallılar, başlarına gelen felâketi anlamış ve her iki taraftan çekilen kılıçlar arasında kırılmış, canlarını kurtaranlar herşeyden vazgeçerek Doğu illerinin ve Anadolu'nun sarp dağlarına ve en çok Dersim, AKÇADAĞ, Maraş ve Sivas ile Erzincan havalisinin kuytu meşeliklerine ve korkunç derelerine kaçıp gizlenmişlerdi."der. (9)

Araştırmacı yazar Ali Rıza Özdemir:"Ekrâd, kelime olarak"Kürtler" anlamına gelmektedir. Daha Orta Çağ İslâm kaynaklarında Ekrâd terimi, farklı etnik kökenlere sahip olan ve dağlık alanlarda göçebe yaşam süren topluluklar için sosyal bir isim olarak kullanılıyordu. Fars, Arap ve Türk kökenli olduğu kesin şekilde bilinen birçok göçebe kabile de Orta Çağ İslâm kaynaklarında Ekrâd yani Kürtler olarak kaydedilmiştir. Araplardan gelen bu algı Osmanlı kaynaklarına da sirayet etmiş ve birçok Türkmen aşireti, dağlık alanlarda yaşadığı için Ekrâd olarak kaydedilmiştir. ...Osmanlı kaynaklarında kullanılan Kürt kavramıyla bugün bizim kullandığımız Kürt kavramının içeriğini aynı şekilde kabul edip eşitlemek mümkün değildir. Dolayısıyla Osmanlı belgelerinde  Ekrâd olarak kaydedilen her cemaati etnik olarak Kürt kabul etmek yanıltıcı olacaktır." (10)

Osmanlı'nın Alevilere ve Bektaşilere karşı ayırımcı tutumu hiç değişmedi. Mensup oldukları mezhep, batıl ve sapkın bir inanç olarak görüldü. Bu insanlar, zorbalıkla olmayınca eğitim yoluyla inançlarını değiştirmeye zorlandılar. Örnek belgeye bakalım:

"Dersim ve Akçadağ ve Kahta gibi sekenesi ekraddan ibaret olan mahaller ahalisi büsbütün zallam-ı cehl içinde kalmakla beraber fıtr-ı cehaletlerinden naşi bazı itikad ve mezahib-i batıleye dahi süluk itmiş olduklarından ve şu halin önü alınmış ise mevaki'-i muharrerede cem'an on bab makatib-i rüştiye tesis ve küşadıyla kendilerinin nim'et-i maariften hissedar olmasına ve lisan ve mizac-ı aşina-yı hakikat-ı ulemadan ve ashab-ı iktidardan yedi-sekiz zatın ahaliyle beraber olarak yedişer-sekizer yüz kuruş maaşlar ile seyyar vaiz ta'yiniyle cehalet ve dalalette kalmış aşair karyelerini devr ile halka suret-i daimide mesail-i diniyyenin telkin ittirilmesine mütevakıf bulunmadığından bahisle mesarif-i lazımeye karşılık olarak maaş hisse-i inayesinden mahalli mekteb-i idadisi ba'desseviye mesarifle maarif-i memurini ve mekatib-i rüştiye mualliminin maaşat ve mesarifatını fazla kalan ve ileride yapılacak mekteb-i idadi mesarifine karşılık tutulmakda yüz yigirmi bin kuruşunun terk ve tahsiliyle mevsim-i baharda icra-yı icabına mübaşeret olunmak üzere lazım gelen me'zuniyetin bir an evvel itası hakkında Mamuretu'l Aziz vilayetinden varit olan tahrirat leffen irsal kılınmaya dermeyan olunan lüzum ve ehemmiyete nazaran iktizasının mütalaa-i asafaneleriyle beraber müsaraaten iş'ar buyurulması" (11)

Yazıda sapkınlıkla suçlanan mezhep, Aleviliktir. Bu mezhebe mensup insanlar kara cahillikle itham edilmekteler. Baskı ve zorla bazılarını yola getirdiklerini, yani sünnileştirdiklerini ancak bunu da yeterli görmediklerini beyanla, işini bilen maaşlı seyyar vaizlerin eğitim yoluyla sünnileştirme işini tamamlamaları istenmektedir. Ortaokul seviyesinde okullar yapılarak insanların eğitilmesi isteği ise yaptıkları işi perdelemek içindir.

1700-1800'lü yıllarda Vadideki köylerin birkaçı hariç hiçbirinde mescid ya da camii gibi ibadet yerleri yoktu,çünkü Alevi inancına göre ibadet, yani 'Ayin-Cem' herhangi bir büyük oda veya ev damında yapılırdı. (12) Vadi'de ibadet evlerinin(camii, mescit) yapımı, 1960'lardan sonradır. Zaten yöredeki yaşlı insanlara sorulduğunda, birkaç göbek ötede alevi olduklarını söylerler.

Bölgenin ıslahı için ayrıca belirli noktalara karakollar yapılırken nüfuzlu boybeylerinden de yararlanma cihetine gidilir. Bunlar yeri geldikçe ödüllendirilir, yeri geldikçe cezalandırılırdı: Osmanlı Arşivlerinde kayıtlı bulunan bir belgede Akçadağ-Darende arasındaki alanda yaşayan oymakların karıştıkları olaylar anlatılır. Belgede, Harput valisi Mehmet Reşit Paşa'nın 1833'te Akçadağ'a geldiği, yörenin önde gelenlerini huzuruna çağırıp ikazda bulunduğu, tekrar suç işlememeleri halinde işlenmiş suçların affedileceğini beyanla oymak reislerini birbirine kefil ettiği anlatılır. Kefalet senedinde Harunoğlu Alhas Ağa, Kalo Kahyanın Oğlu Ali, Leventoğlu Bekir, Kasımoğlu İbrahim, Velioğlu Halil, Asafoğlu İbrahim'in mühürleri vardır. (13)

Adnan Işık, Malatya 1830-1919 isimli eserinde Harput Valisi Ahmet İzzet Paşa'nın saraya gönderdiği 22 Nisan 1864 tarihli mektubundan bahseder: "......Akçadağ aşiretlerinin durumunu görmek ve gerekli tedbirleri almak için doğruca Maden'den hareket edildi. Akçadağ'a varınca Akçadağ ağaları ve aşiret reisleri huzuruma geldiler. Onlarla birlikte anılan dağın merkezi olan Kürdabdal'a geçildi. Aşiretin sair yaşlı ve sofuları dahi çağrılarak burada toplanıldı. Onlara bundan böyle civarlarında bulunan Malatya, Arguvan, Hekimhan ve Elbistan kazası halkına ve o bölgeden gelip geçen yolculara zarar verdikleri veya vergi, a'şar veya askerlikle ilgili işlerinde en küçük bir ihmalleri görüldüğünde hiç zaman geçirilmeden şiddetle cezalandırılacakları anlatıldı.Bunun üzerine onlar da geçmişte işledikleri suçlardan ve yaptıkları kötülüklerden pişmanlık duyduklarını, bundan böyle aldıkları emirleri yerine getireceklerini tekrar ettiler. Taahütlerini uzun uzadıya açıkladıkları bir senet düzenlendi. Bu senetle hepsi birbirine kefil oldular." Belgenin ilişiğinde iki ek vardır. Bunların birincisi nişan verileceklerin listesi, ikincisi ise taahüt senedidir. Kefalet senedinde Velioğlu Bekir Ağa, Velioğlu Ömer Ağa, Kürne Boybeyi Alhas Ağa, Asafoğlu İbrahim Ağa, Asafoğlu Bilal Ağa, Asafoğlu Ali Ağa, Kürecik Boybeyi Şakir Ağa'nın mühürleri vardır.

Kürdabdal'daki toplantıda Velioğlu Bekir Ağa, Kürne Boybeyi Alhas Ağa, Kürecik ve Kasımoğlu Boybeylerine dördüncü rütbeden mecidiye nişan-ı zişan; Leventoğlu Ali Ağa, Senemoğlu Mehmet Ağa, Asafoğlu Bilal Ağa, Asafoğlu İbrahim Ağa beşinci rütbeden mecidiye nişan- zişan nişanıyla ödüllendirilirler. (14)

1891 tarihli bir belgede de ödüllendirilen boybeylerinin bir listesi vardır. Belgede, " takibat ve istialata bizzat ve bilvasıta hizmet ve gayretle ibraz-ı gayret ve hamiyet etmekte bulundukları için beşinci dereceden mecidiye zişan nişanıyla taltif edilmişlerdir. Bunlar; Kasımoğlu Oymak Reisi hacı İbrahim Ağa, Asafoğlu Oymak Reisi Mustafa Ağa, Velioğlu Oymak Reisi Halil Ağa, Senemoğlu Oymak Reisi İsmail Ağa, Harunoğlu Oymak Reisi Timur Ağa, Leventoğlu Oymak Reisi Hasan Ağa, Leventoğullarından Bekir Ağa, Leventoğullarından Alhas Ağa, Asafoğullardan Abbas Ağa, Engüzek Ağası Zazo Yusuf Ağa." (15)
Sonuç olarak 1560'tan sonra çeşitli nedenlerle aşiretlerinden kopup gelen oymaklar; ortak bir kültür oluşturmuşlar, evlilikler vasıtasıyla et-tırnak misali kaynaşmışlardır. Etnik bölücüler, bazı yerleşim birimlerinde konuşulan Kurmançça ağzını bahane ederek bölücülük yapmak istemişlerse de bugüne kadar yörede bu oyuna düşen olmamıştır. Kaldı ki ne dil, ne soy, ne de din tek başına millet kavramını oluşturmaz. Millet, millî felaketler karşısında birlikte üzülen, büyük zaferlerle birlikte sevinen; ortak vatan, ortak bayrak, ortak millî şuur, ortak millî ülküler etrafında bütünleşmiş insan topluluğudur.
Bu tanımla bütünleşen bölge insanı, ırk ve soy saflığı aramak gibi bir hastalığın esiri olmamıştır. Kim olduklarına gelince: "Oğlu ve Uşağı" ünvanıyla marufturlar.


YAZIYA KAYNAK OLAN ESERLER, BELGELER:
1- Doç. Dr. Gülpınar Akbulut,Önerilen Levent Vadisi Jeoparkı'nda Jeositler, CU. SB. Dergisi Cilt.38, sayı 1-31-32-34
2- Doç. Dr. Refet Yinanç-Yard. Doç. Dr. Mesut Elibüyük, Kanuni Devri Malatya Tahrir Defteri, Ankara 1983, s.137-162
3- Ali Rıza Özdemir, Kürt Aleviliği Şubat 2016, s.210
4- Süleyman Demir, Akçadağ Tarihi ve Kültürü, Nisan 2016 s.68-112-113-137-140
5- Süleyman Yapıcı, Osmanlı Vilayet Salnamelerinde Malatya Temmuz 2014 s.33
6- Tahir Sezen, Osmanlı Yer Adları, Ankara 2017 s.512
7- Necdet Sakaoğlu, Anadolu Derebeyi Ocaklarından Kösepaşa Hanedanı, Ankara 1984 s. 9-10-156-157-162-164
8- Levent Karakolu Arşiv belgesi(İki Yüzbaşı tarafından hazırlanmış)
9- Mehmet Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Ankara, s.100
10- Ali Rıza Özdemir, Kürt Alevilği Şubat 2016 Ankara, s.207
11- Süleyman Demir, Akçadağ Tarihi ve Kültürü Nisan 2016 s.132
12- M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi Ankara 1983 s.201
13- Süleyman Demir, Akçadağ Tarihi ve Kültürü Nisan 2016 s.66-68
14- Adnan Işık, Malatya 1830- 1919 İstanbul 1998 s.572-573-576
15- Süleyman Demir, Akçadağ Tarihi ve Kültürü Nisan 2016 s.140


              HASAN YILMAZ
              Emekli öğretmen

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                           

                  

 

 

 

 

 

 

 

   

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                   

 

 

 

 

 

  
12474 kez okundu